DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, TBMM’de, “7 Ekim’den bu yana Türk limanlarından, İsrail limanlarına 300’e yakın yük gemisinin; jet yakıtı dahil, akaryakıt, çimento, gıda, demir-çelik taşınmasını ayrıca her gün düzenli hava kargo seferleri yapılmasını nasıl izah ediyorsunuz? Bugün Türkiye maalesef bu desteğiyle Filistin’deki insanlık suçlarının İsrail tarafından işlenmesine bir şekilde dolaylı olarak destek vermiş olmuyor mu? Bu destekler karşısında sizin iç kamuoyuna yönelik haykırışınızı nasıl izah edeceğiz? Türkiye’nin, İsrail’e kuvvetle muhtemel askeri sanayisi için de kullandığı demir-çeliğin yüzde 65’ini tedarik etmesinin bir açıklaması var mı? İsrail’in savaş suçlarına ortak olma noktasında bu İsrail’e yönelik desteği mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin gözden geçirmesini bu tutumuyla da daha inandırıcı bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz” dedi.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, bugün TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Yeneroğlu, şunları söyledi:
“Türkiye, Filistin’de barışı tesis etmek için daha etkili olmak zorunda”
“Açıkça görülmekte ki bu katliamı durdurmak için elimizden bir şey gelmiyor. Türkiye’nin bu noktada yeterince ağırlığının olmadığı ve süreçte de çok fazla dikkate alınmadığı, özellikle geçmişte arabulucu konumuyla itibarıyla da bugün bu boyutun bile hiçbir şekilde dikkate alınmadığı ortada. Elbette insani yardım konusunda hükümet elinden geleni yapmaya çalışıyor. En asgari çaba elbette bu olsa gerek ve olmalı da. Bu insani yardım çabalarını göz ardı ediyor değiliz. Türkiye gibi büyük bir devlet, Orta Doğu’nun en büyük devleti çok daha ileri boyutta, çok daha güçlü bir biçimde Filistin’de barışı tesis etmek için daha etkili olmak zorundadır.
Gazze’de yaşanan katliamlara son vermek amacıyla Kahire, Riyad ve İstanbul’da düzenlenen üç büyük uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantılarda maalesef hiçbir ciddi yaptırım kararı alınamadı. Riyad’da 57 ülkenin katıldığı Arap Birliği ile İslam Birliği Teşkilatı ortak zirvesine sunulan bölgedeki ABD üslerinin kullanılmaması, İsrail’e silah ve askeri malzeme sevkiyatının durdurulması, ambargo uygulanması, diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi öneriler neden kabul edilmedi? Türkiye’nin bu konudaki tutumu gerçekten nedir? Meseleyi ‘haçlı-hilal meselesi’ olarak niteleyen Sayın Cumhurbaşkanı bu çelişkiyi nasıl izah edecek?
“Türkiye’nin, daha inandırıcı bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz”
İslam dünyasının perişan hali ortadayken, etkisiz durumu bütün dünyanın gözü önündeyken ve istisnasız tüm Avrupa ülkelerinde, ABD’de ve Latin Amerika’da yüz binlerce insan, yüz binlerce Hristiyan, Müslüman, Yahudi herkes sokağa dökülmüşken, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçları ‘haçlı-hilal meselesi’ gibi dar ve sığ bir alana sıkıştırmayı çok tehlikeli bulduğumuzu da özellikle ifade etmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da Türkiye’nin saygınlığı itibarıyla bu dilden vazgeçmesini ve Filistin’de yaşanan insanlık dramının İsrail tarafından gerçekleştirilen bir insanlık suçu olduğunu ve bütün dünyada insanlığın vicdanını haykıran insanların da sesini dikkate almasını ve meselenin kesinlikle bir ‘haçlı-hilal meselesi’ olmadığını, vicdanlı insanların, vicdansız insanlara karşı haykırışı ve mücadelesi olduğunu göz ardı etmemesini özellikle vurgulamak istiyorum.
7 Ekim’den bu yana Türk limanlarından, İsrail limanlarına 300’e yakın yük gemisinin; jet yakıtı dahil, akaryakıt, çimento, gıda, demir-çelik taşınmasını ayrıca her gün düzenli hava kargo seferleri yapılmasını nasıl izah ediyorsunuz? Bugün Türkiye maalesef bu desteğiyle Filistin’deki insanlık suçlarının İsrail tarafından işlenmesine bir şekilde dolaylı olarak destek vermiş olmuyor mu? Bu destekler karşısında sizin iç kamuoyuna yönelik haykırışınızı nasıl izah edeceğiz? Türkiye’nin, İsrail’in kuvvetle muhtemel askeri sanayisi için de kullandığı demir-çeliğin yüzde 65’ini tedarik etmesinin bir açıklaması var mı? İsrail’in savaş suçlarına ortak olma noktasında bu İsrail’e yönelik desteği mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin gözden geçirmesini bu tutumuyla da daha inandırıcı bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz.
“Bu adaletsizlikle mi dünyaya adaleti getireceksiniz?”
Bir ülkenin ağırlığı, liderinin söylediği güzel sözlerden değil yaptırım gücü ve uluslararası saygınlığından gelir. Bugün Türkiye maalesef derin ekonomik sıkıntılar, korkunç adaletsizlikler ve anayasal krizlerle boğuşan zor durumda bir ülke konumundadır. Bir ülkenin saygınlığı o ülkenin demokrasi kültüründeki gelişmişliğine bağlıdır. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü listesinde dünyada en son sıralarda yer aldığını, dünya alem bilirken, dünyaya adalet dersleri vermeyi kim ciddiye alabilir? ‘Öncelikle kendi halini düzelt’ derler. Maalesef bazıları sesli bazıları da sessiz bir biçimde bunu diyorlar. ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken, Türkiye’nin de 1’den büyük olduğunu kabul etmeyen bir anlayışla Türkiye şu anda yönetilmeye çalışılmıyor mu? Bu adaletsizlik bu hak ve hukuk tanımaz anlayışla mı dünyaya adaleti getireceksiniz?
Sadece yürütmenin başı değil; yargıyı ve yasamayı kendisine bağlamış olan yetmedi bir de ‘milli yargı’ safsatalarıyla tüm kurumları emir komuta sistemine tabi kılan, açıkça kuvvetler birliğini savunan, çoğulcu demokratik kültürü yok eden, hukuk devletini her gün yeni skandallarla sarsan, kanun devleti iddiasını bile telaffuz edemeyecek hale getiren bir tutumu sürdürerek mi dünyadan saygınlık bekliyorsunuz ve dünyayı adalete davet ediyorsunuz. Sesiniz gür çıkınca, sözünüzün değerini de gür olduğunu mu zannediyorsunuz? Maalesef yanılıyorsunuz. Ne yazık ki Türkiye’nin sözlerinin uluslararası düzeyde bir ağırlığı yoktur. Keşke Türkiye’nin muhataplarının üzerinde etki edecek bir gücü olsaydı da Filistin’de yaşanan katliamları durdurabilseydik. Barış için etkili bir siyaset herkes tarafından saygın kabul edilen, herkes tarafından ciddiye alınan bir siyaset geliştirebilseydik. (ANKA)